Kitabın Olay Örgüsü ve Değinilen Noktalar
Kırmızı Saçlı Kadın ’da okur, Batı’nın ve Doğu’nun iki temel efsanesi Sophokles’in Kral Oidipus’u(babayı öldürmek) ile Firdevsî’nin “Rüstem ve Sührab”ıyla(oğulu öldürmek) yeniden karşılaşacak ve kendine sıradan hayatlarımızın eski metinlerden ne kadar etkilendiği sorusunu soracak.(Kitabın tanıtım yazısından)
Orhan Pamuk, Kırmızı Saçlı Kadın ’da bizi otuz yıl önce İstanbul yakınlarındaki bir kasabada liseli bir gencin yaşadığı sarsıcı bir aşk hikâyesiyle, büyük bir insanî suçun peşinden sürüklüyor.
1980’lerin ortasında geleneksel usulle kuyu kazan Mahmut Usta ile çırağı “küçük bey” Cem zor bir arazide su ararlarken, kasabanın hemen dışındaki sarı çadırda esrarengiz bir tiyatrocu kadın her gece eski masal ve hikâyeleri yeniden anlatmaktadır.
Roman, bir yandan genç kahramanın aşk, kıskançlık, sorumluluk ve özgürlük duygularıyla derinden tanışmasını hikâye ederken, diğer yandan medeniyetler üzerinden babalar ve oğullar; “otoriterlik” ve birey olma konularını tartışır.
Kırmızı Saçlı Kadın ’ın başkarakteri Cem’dir. Olaylar günümüzden otuz sene öncesinde başlar. Cem’in babası eski bir siyasidir ama artık “o işlerden” elini çekmiştir. Sadece ara sıra dükkânına gelen eski arkadaşlarıyla sohbet eder. Cem, babasıyla annesi arasında sevgi bağı olmadığını bilir. Bunu babasının başka kadınlarla birlikte olmasına bağlar. Annesi, ona babasının daha önce pek çok kez başka kadınlarla birlikte olduğunu sezdirir durur. Hatta bir seferinde ortadan kaybolan baba eve iki sene sonra dönmüştür. Aradan yıllar geçtikten sonra baba yine bir gün ortadan kayboluverir.
Babası gittiği için Cem ve annesinin maddi durumları iyice sıkışır. Bu yüzden Cem bir kitapçıda tezgâhtar olarak işe girer. Durumları kötü olduğu için teyzesinin Gebze’deki bahçeli evinin müştemilatına taşınırlar. Cem’in buradaki görevi eniştesinin kiraz ve şeftali bahçesine bekçilik etmektir. Bahçede bekçilik ettiği sırada yan bahçede su kuyusu kazan Mahmut Usta ile tanışır. Cem’in işe ilgisi olduğunu gören Mahmut Usta onu çırak olarak yanına alır ve İstanbul yakınlarında Öngören isimli bir kasabada kuyu kazmaya giderler.
Kendisine karşı ilgisiz bir adam olan babası yüzünden “baba” yoksunluğu yaşayan Cem, ustasını bir zaman sonra baba yerine koymaya başlar. Onun kendisine karşı sertliği ve korumacılığı tuhaf bir şekilde hoşuna gider. Aslında Mahmut Usta’nın Cem’e babalık etme gibi bir derdi yoktur, Cem de bunun farkındadır. Mahmut Usta’nın tek derdi bir kaza çıkmadan suyu bulmaktır. Bu yüzden Cem’e karşı korumacı ve sert davranır çünkü kuyu işinde hataya yer yoktur. Çıkrığın başındakinin bir anlık hatası koca kovanın onlarca metreden kuyunun dibindekinin tepesine inmesine ve ölümüne neden olabilecektir. Cem zaman zaman yaptığı hatalar yüzünden ustasından fırça yedikçe gerçek babasını özlese de ustasını sever. Özellikle Mahmut Usta’nın her akşam hikâyeler anlatması Cem’in çok hoşuna gitmektedir.
İkili (bir de kuyuyu kazdıran mal sahibinin elemanı Ali vardır ama o sadece sabahları gelir) gündüz kuyu kazar ve akşamları yakındaki kasabaya giderek hem eksiklerini alır hem de biraz dolaşmış olurlar. Bir akşam yine kasabaya geldiklerinde İstasyon Meydanı denilen yerde Cem, Kırmızı Saçlı Kadın ’ı görür ve âşık olur. Ondan sonraki tüm günleri Kırmızı Saçlı Kadın ’ı düşünerek geçirir. Hatta kadını takip ederek evini öğrendiği için akşamları bir yolunu bulup ustasından kaçarak kadını bir daha görebilmek için evi gözetlemeye gider.
Bu arada kuyuda işler iyi gitmemektedir. Metrelerce kazmalarına rağmen bir türlü su çıkmamıştır ve işin kötü tarafı bir de kayaya denk gelmişlerdir. Ara sıra haber almak için gelen mal sahibi Hayri Bey şikâyet etmeye başlamıştır ama Mahmut Usta kendinden emin bir şekilde ve biraz da inatla aynı yeri kazmaya devam etmektedir. Her ne kadar Cem orada su olmadığına inanmaya başlasa da Usta suyu bulacağından emindir.
Cem, akşamları Kırmızı Saçlı Kadın ’ı takip etmeye devam ettikçe onun kasabaya kurulan İbretlik Efsaneler Tiyatrosu isimli sarı tiyatro çadırında oyuncu olduğunu öğrenir. Kadın sürekli annesi, babası ve kardeşiyle dolaşmaktadır. Daha doğrusu Cem öyle sanır. Günler böyle geçtikçe olaylar gelişir ve Cem bir akşam çadıra girip oyunları izler. Çadırda eski masal ve efsaneler anlatılmaktadır. Bu Anadolu’da devrimci halk tiyatrosu yapan gezici bir tiyatro kumpanyasıdır. Oyunları izleyince kadından daha da etkilenen Cem çıkışta onu tebrik eder ve kadının evine kadar yürürler. O gecenin sonunda Cem ve kadın birlikte olurlar.
Cem’in zaten düşüncelerle dolu olan kafası bu olaydan sonra iyice bulanır ve işte de oldukça yavaşlar. Ustası da bu durumu fark etmiş ve onu uyarmıştır. Yine bir gün Usta kuyunun dibinden kovayı doldurup yukarı çekmesi için Cem’e seslenir ve Cem kovayı çekmeye başlar. Kovayı tam dışarı alacağı sırada çengelinden kurtulan kova, kuyunun dibindeki ustanın üzerine düşer. Kuyudan sadece bir “Ah!” sesi çıkar. Ne yapacağını bilemeyen Cem korkarak eşyalarını toplar ve Öngören’den(olayın geçtiği yer) kaçar.
Aradan yıllar geçer. Cem, geçen yıllarda sürekli ustasını düşünür. Acaba ölmüş müdür? Baba gibi gördüğü ustasının katili olmuş mudur? Efsane gerçekleşmiş midir? Geçen süre zarfında Cem evlenmiş ve inşaat sektörüne girmiştir. İşleri iyi gitmekte ve mutlu bir evlilik yaşamaktadır. Çocukları yoktur ama Cem şirketi oğulları gibi görmektedir. Hatta bu yüzden şirkete “Sührab” adını vermiştir. Şirkette işler günden güne iyileşirken Cem ve eşi dünyayı dolaşıp Oidipus ile Rüstem ve Sührab resimlerini ararlar. Yıllar önceki olay Cem’in aklından bir türlü çıkmamaktadır.
Geçen yıllarla birlikte Cem, babasını bulmuş ve bazen görüşür olmuştur. Bu arada babası başka bir kadınla evlenmiştir. Babasıyla sohbet ettiği bir gün onun Kırmızı Saçlı Kadın ’ı tanıyor olabileceğini fark eder. Tüm bunlar olurken yaşadığı kazadan sonra Öngören’e asla gitmeyen Cem’e Öngören’den bir arsa teklifi gelir ve içindeki meraka dayanamayan Cem, Öngören’i yeniden görebilmek ve yıllar önceki olayın neyle sonuçlandığını öğrenmek için teklifi eşine danışmadan kabul eder. Arsanın ünlü müteahhit(!) Cem’e satılması Öngören’de de duyulmuştur. Cem’in aklı bu arsa olayındayken babası vefat eder. Cenazesinde Öngören’den onu tanıyan biri de vardır. Bu adam yıllar önce Kırmızı Saçlı Kadın ve eşine evini veren adamdır.
Cem’i tanıyan adam arazinin satışındaki bir usulsüzlükten bahseder. Adam bunlardan bahsederken Cem’in tek derdi Mahmut Usta hakkında bilgi almaktır ve bunu başarır da. Mahmut Usta’nın o olayda ölmediğini ama omzunun sakat kaldığını, beş sene kadar önce hakkın rahmetine kavuştuğunu öğrenir. Adam Cem’e bir de babasına atılan bir iftiradan bahseder. Gençlik yıllarında solcu bir örgütteyken bir kadına âşık olduğunu ama örgüttekilerin bu ilişkiye iyi bakmadıklarını öğrenir. Anlatılana göre daha sonra babası örgütten ayrılmış, kızda gözü olan örgüt yöneticisi onunla evlenmiş ama o adam da vurulup ölünce kızı ölen adamın kardeşiyle evlendirmişlerdir. İşin ilginç yanı hikâyeyi anlatan adam Cem’in o kardeşi ve kadını tanıdığını söyler. Babasının ilişki yaşadığı kişi Kırmızı Saçlı Kadın’dır. Burada bir efsane daha gerçekleşmiş olur. Cem belki annesiyle değil ama babasının birlikte olduğu kadınla yatmıştır.
Kırmızı Saçlı Kadın ’ın babasıyla olan ilişkisini öğrenen Cem’in kafası sürekli bununla meşgulken eline bir mektup geçer. Mektubu oğlu olduğunu iddia eden bir delikanlı yazmıştır. Bunun üzerine Cem, avukatını bu konuyu araştırması için görevlendirir. Avukatın öğrendiğine göre mektupta yazılanlar doğrudur. Bir çocuğu vardır ve adı Enver’dir. Bu olayı DNA testleri izler ve çocuğun Cem’den olduğu kesinleşir. Tüm bunları karısı da öğrenmiştir. İşler iyice karışmışken bir de yapılacak inşaatın tanıtımı için Öngören’e gidilmesi gerekmektedir. Karısı Cem’e gitmemesini söylemekte ama o içten içe meraktan çılgına dönmektedir.
En sonunda dayanamayıp tanıtım günü Öngören’e gider. Konuşmayı dinleyenler arasında Kırmızı Saçlı Kadın da vardır fakat oğlu Enver toplantıya gelmemiştir. Cem, orada oğlunun arkadaşı olduğunu iddia eden Serhat isimli bir delikanlıyla tanışır ve kendisini çocukken hayatını değiştiren kuyuya götürmesini rica eder. Kuyuyu kendisi bulamaz çünkü aradan yıllar geçmiş ve Öngören çok değişmiştir. Serhat, Mahmut Usta’nın ve Enver’in evini gösterir. En son kuyunun yanına giderler. Delikanlı tuhaf davranmaktadır. Delikanlının Cem’in yanından uzaklaştığı bir sırada Cem’in telefonu çalar. Arayan karısıdır ve eşini korkuyla uyarmaktadır. Çünkü yanındaki Cem’in sandığı gibi Serhat değil Enver’dir ve amacı Cem’i öldürmektir. Kadın haklıdır, kuyunun başındayken olaylar çözümlenir ve baba-oğul arasında geç kalmış bir hayatın yüzleşmesi yaşanır. Sonra aralarında çıkan itiş kakışta Cem’in silahı patlar ve bir efsane daha gerçekleşmiş olur: Oğlun babayı öldürmesi!
Kırmızı Saçlı Kadın Dikkat Edilmesi Gereken Yerler ve Postmodern Unsurlar
Orhan Pamuk, Kafamda Bir Tuhaflık’tan bir yıl sonra çıkardı Kırmızı Saçlı Kadın ’ı. Oysa Kafamda Bir Tuhaflık altı yıllık bir aradan sonra gelmişti. Bu yüzden kitap daha okunmadan aceleye getirildiği yönünde ağır eleştirilere maruz kaldı. Ama Pamuk bu konuya bir röportajında açıklık getirerek “Yazdıklarımı otuz otuz beş sene düşünüyorum, geriye sadece yazmak kalıyor.” diyor (Gülenay Börekçi, Habertürk, 7 Şubat 2016). Ayrıca aynı röportajda senede ortalama olarak iki yüz sayfa yazabildiğini de belirtiyor yazar. Hâl böyleyken Kafamda Bir Tuhaflık’ın ve Kırmızı Saçlı Kadın ’ın sayfa sayıları göz önüne alınırsa kitabın çıkış zamanının ideal olduğu anlaşılır.
195 sayfalık bir kitaptır Kırmızı Saçlı Kadın. Kitabı elinize aldığınızda kapak resmi Dante Gabriel Rosetti’nin Regina Cordium’uyla yüz yüze geliyorsunuz. Daha doğru siz o “kırmızı saçlı kadın”a bakıyorsunuz, o sizinle pek ilgilenmiyor. İşi çekici hâle getiren de belki bu oluyor. Ayrıca kapağa basılan resmin yırtılmış olması da insanı meraka düşürüyor. Kim neden yırttı bu resmi?
Roman üç bölümden oluşuyor ve ilk iki bölüm kendi içinde kırk üç alt bölüme ayrılmış durumda. Son bölüm ise “Kırmızı Saçlı Kadın” başlığı altında toplanmış. Özellikle ilk iki bölümde olaylar kronolojik sırayla akıyormuş gibi görünse de zaman zaman “flashback”lerle geçmişe küçük yolculuklar yapılıyor. Anlatıcı birinci kişi ama onun da takla attığı yerler oluyor.
Bireyin, en çok da erkeklerin “baba”yla olan mücadelesinin edebiyata yüzyıllardır konu olduğunu biliyoruz. Özellikle zamanımıza yakınlığı bakımından Kafka’yla babası arasındaki ilişkinin edebiyata olan yansıması edebiyatla az biraz ilgili olan herkesin bildiği bir durumdur. Pamuk da romanının ana izleğine baba-oğul ilişkisini iki efsane ve günümüzde geçen bir olay üzerinden koyuyor: Sophokles’in Oidipus’u, Firdevsî’nin Rüstem ile Sührab’ı ve kuyucu çırağı Cem’in hikâyesi. Pamuk, bu hikâyeler üzerinden okurun kendi kendine birtakım sorular sormasını istiyor.
Oedipus ve Rüstem’in suçu nedir? Baba olmak nedir? Toplum bir cinayeti neden haklı görür? Efsaneler ve tarih hayatımıza yön verebilir mi? Kehanetler kendini doğrular mı?
Bu romanı yazarın diğer romanlarıyla ilişkilendirdiğimizde ortak noktalar görebiliyoruz. “renk” olgusu buna iyi bir örnek. Yeni kitabıyla “Kara Kitap, Beyaz Kale, Benim Adım Kırmızı,” gibi “renkli” roman adlarına bir yenisini daha eklediğini görüyoruz Pamuk’un. Bu romanda “kırmızı”nın önemi de büyük. Bir başkaldırma var kırmızıda, uymama, anarşi var. Zaten Kırmızı Saçlı Kadın da sırf bu yüzden saçlarını kırmızıya boyuyor.
Pamuk’un ilk romanı olan Cevdet Bey ve Oğulları’ndan beri “aile”, romanlarının ana izleklerinden birisi. Pamuk kişinin ve toplumun aileye bakışını irdelemeyi seven bir yazar. Kırmızı Saçlı Kadın’da da aile ve özellikle baba-oğul ilişkisi iki efsaneyle birlikte derinlemesine inceleniyor. Yalnız onun aile irdelemesinde göze çarpan şey sadece soru sorabilmesi. Pamuk, “doğru aile” yapısını örnekleyemiyor, sadece sorunları söyleyip onlar hakkında soru sorabiliyor. Buradan hareketle belki de Pamuk’un romanlarında bu konuyu işlemeye devam edeceği, hatta belki bir gün sorularına cevap verebileceği çıkarımını yapabiliyoruz.
Yazarın irdelemeyi en çok sevdiği konulardan biri de “Doğu-Batı” meselesi olarak onu okuyan, okumayan herkesin malumu olmuş durumda. Kırmızı Saçlı Saçlı Kadın ’da Doğu ile Batı’nın aynı olaya yaklaşımları ve aynı olaydan neredeyse aynı sonucu çıkarmaları okurların yorumuna sunuluyor. Burada okurun kafasında başka bir soru beliriyor: “Birbirinden onca farklı olan bu iki medeniyet söz konusu aile olunca neden bir cinayeti haklı görür?”
Bu kitapla ilgili en olumsuz eleştirim ise Haruki Murakami’nin Sahilde Kafka’sına fazlaca benzemesidir. Bir gencin annesiyle birlikte olması, babasını öldürmesi, baştan beri belli olan kehanetin parça parça kendini gerçekleştirmesi ilk göze çarpan benzerlikler. Ayrıca Kırmızı Saçlı Kadındaki “kuyu” sembolü Sahilde Kafka’daki “Giriş Taşı” sembolünü andırmaktadır. Öngören kasabasının yıllar önce askeri bir üs olarak kullanılıp tehlike geçtikten sonra askerlerin adeta orada unutulmuş olması yine Sahilde Kafka’daki ormanda unutulmuş askerleri hatırlatmaktadır. Tıpkı Murakami’nin roman kişilerinde kendiyle çok fazla benzerlikler kurması gibi Orhan Pamuk da yaptığı bir röportajda Mahmut Usta’nın kendisi olduğunu söylemiştir.
Yazar : Erdi Kaya