Dünya Edebiyatında Saf Şiir Tarihsel Gelişimi
Yaygın kanaate göre “saf şiir” terimini Batı’da ilk defa ortaya atanlar sembolistlerdir. Hatta isim babası olarak Edgar Allen Poe geçer. Saf şiirin sembolizme mâl edilme sebebi, teorisinin sembolistler tarafından yapılmış olmasıdır. “saf şiir” her ne kadar terim olarak 1920’lerde ortaya atılsa da sembolizmden evrildiği ortadadır. 1880’lerde ortaya çıkan sembolizm zamanla saf şiir anlayışına ulaşır.
Saf şiiri bir eser adı olarak kullanan ilk kişi ise Henri Brémond (1865-1933)’dur. Rahip Henri Brémond, Ekim 1925’ten itibaren basında yer alan yazılarını 1926’da “La Poésie Pur(Saf Şiir)” adlı bir kitapta toplar. Brémond’tan sonra saf şiir teorisine ağırlık veren ve poetik düşüncesiyle ilgi uyandıran bir başka sembolist Paul Valéry(1871-1945)’dir.
Türk Edebiyatında Saf Şiirin Tarihsel Gelişimi
Fransızcada “poésie pur” ifadesiyle karşılanan kavram Türkçeye farklı biçimlerde çevrilmiştir. Cumhuriyet yıllarında dört ayrı ifadeye yer verilir: “halis şiir”, “hakiki şiir”, “saf şiir” ve “öz şiir”. Bunlardan ilkine daha çok ilk metinlerde rastlanır. İkincisi hemen her zaman görülür; fakat iyi şiir, ideal şiir anlamındadır. Sonrakiler ise birlikte kullanılmıştır. Bugün bile bu iki terim aynı anlamda kullanılmaktadır. Aslında Fransızcadaki “pur” kelimesi “saf”, “duru”, “katkısız”, “arı” anlamına gelmektedir. Genel hususiyeti daha önceden bilinen saf şiir, Cumhuriyet dönemine kadar tam bir poetik mesele kimliği kazanamaz. Zira 20. yüzyılın ilk çeyreğinde ortaya çıkan siyasi ve sosyal şartlar, sanat hayatında yeni kaygılara yol açar. Bu dönemde saf şiir, toplumsal hayata kayıtsız kalan az sayıda şairin elinde müstesna bir temayül olarak görülmektedir.
Yahya Kemal (1884-1958)
Yahya Kemal’in söylediklerine bakılırsa “saf şiir” terimi Türk edebiyatında 1910’lardan beri mevcuttur. 1912 yılında “derunî ahenk” tabirini neye karşılık bulduklarını söylerken “‘Öz şiir’ terkibine gelince, bu, Fransızca’da elli seneden beri vardı; lâkin sonraları Paul Valéry, Rahip Brémond ve arkadaşlarının musahabelerinde daha başka bir ufuk tecelli ettirdi.” demektedir. Bu doğru olsa bile cumhuriyet yıllarına kadar Yahya Kemal’in yakın çevresi dışında pek fazla bir ilgi uyandırmamıştır.
Yahya Kemal her ne kadar sadece sanat için uğraşsa da cemiyetin yaşadığı buhranın dışında kalmaz. O, mükemmeli aradığı için şiirlerini alelade yazıp ortaya çıkarmaz. Onun asıl derdi şiirdir. Günün buhranlarını makalelerinde yazar, özel sohbetlerinde işler. Bu sebepten şiirlerini yayımlamaz.
Yahya Kemal’in şiir anlayışında önemli bir nokta sestir. “Şiir fikirler değil kelimelerle yazılır” diyen Mallarme’ın bu sözünü sık sık tekrarlayan Yahya Kemal, şiiri musiki parçası hâline getiren ahengi sağlayan unsurları kelimelerin seçiminde bulur.
ERENKÖYÜ’NDE BAHAR
Cânan aramızda bir adındı,
Şîrin gibi hüsn ü âna unvan,
Bir sâhile hem şerefti hem şan,
Çok kerre hayâlimizde cânan
Bir şi’ri hatırlatan kadındı.
Doğmuştu içimde tâ derinden
Yıldızları mâvi bir semânın;
Hazzıyla harâb idim edânın,
Hâlâ mütehayyilim sadânın,
Gönlümde kalan akislerinden.
Mevsim iyi, kâinat iyiydi;
Yıldızlar o yanda, biz bu yanda,
Hulyâ gibi hoş geçen zamanda
Sandım ki güzelliğin cihanda
Bir saltanatın güzelliğiydi.
İstanbul’un öyledir bahârı;
Bir aşk oluverdi âşinâlık…
Aylarca hayâl içinde kaldık;
Zannımca Erenköyü’nde artık
Görmez felek öyle bir bahârı.
Yahya Kemal Beyatlı
Ahmet Haşim
Bizde saf şiir terimi Rahip Brémond’un yukarıda zikredilen yazılarından sonra dikkat çeker. Bir şair olarak amacı şiir yazmaktan ibaret olan Ahmet Haşim(1884-1933) bile daha önce Dergâh’ta yazdığı yazıda yer vermediği terimi Piyale’nin ön sözünde kullanma ihtiyacı hisseder. Bizde “saf şiir” teriminin poetik bir mesele başlığı olarak öne çıkması da bu ön sözden sonradır. Poetikasında saf şiir düşüncesini savunan Haşim, terimi Brémond’dan bahisle ancak bir yerde kullanmıştır. Anlamı üzerinde ise hiç durmamıştır.
Millî Mücadele’den sonra zuhur eden Anadolu romantizmine rağmen, saf şiirin en iyi örnekleri cumhuriyet döneminde verilecektir. Dolayısıyla bunun poetik bir düşünceye ihtiyaç duyması da kaçınılmazdır. Nitekim dönemin daha ilk metinlerinden itibaren böyle bir düşüncenin varlığı kendini göstermektedir. Dergâh mecmuasında neşredilen poetik metinlerin ekserisi saf şiiri savunur. Hatta bu metinlerde farklı şiir anlayışlarının reddedildiği görülür. Haşim’in poetikasına bu dikkatle bakıldığında onun poetika tarihimizdeki yeri daha iyi anlaşılacaktır. Fikir, hikâye, mazmun, vuzuh, belagat vb. gibi fazlalıklarından arınmış şiir düşüncesi şüphesiz Batı’ya aittir; fakat bizde yenidir. Bu yüzden Abdülhak Şinasi ve Haşim’in Dergâh’ta neşredilen “Şiirde Vuzuh” ve “Şiirde Mana” yazılarını, yeni dönemde saf şiirin ilanı olarak okumak icap eder. Haşim bu ilanı Piyale’nin ön sözünde “halis şiir” tabirini de kullanarak tekrar eder ve asıl o zaman dikkat çeker.
Abdülhak Şinasi Hisar, bu ön sözden bahsederken şöyle diyecektir: “Haşim’in şiir telâkkisi Fransa’da o kadar rağbet gören meşhur ‘sâfî şiir’ nazariyesine tamamen uyar ve şiirleri bunun en parlak, en güzel numunelerindendir. Şair Haşim’in dünyada asıl anladığı ve ‘Piyale’sinin başında anlattığı mevzu bu ‘şiir’ ve ‘sâfî’ nazariyesi, felsefesi ve hadisesidir.”
İşte Haşim, Yahya Kemal Beyatlı ile birlikte bu çok müstesna dönemde, şiirin haysiyetini korumaya büyük özen göstermiş, şiirlerinin içine günlük olay ve duyguları sokmamıştır. Kalıcı olanı aramış, zamanda, mesafede hatta duyuşta estetik uzaklığa sığınmıştır. Haşim şiir anlayışı bakımından Yahya Kemal gibi klasikten yana değildir. O mizacı ve duyuş tarzı ile sembolizme ve empresyonizme yakındır.
Türk şiirini, saf şiir doğrultusunda ve Avrupaî anlamda dünya şiirine açan Haşim, kendisini besleyen farklı üç kaynağın –bireysel duyarım, geleneksel eşgüdüm ve evrensel uyum- özgün bir terkibi olduğu için; zaman ötesi kalıcı ve yönlendirici bir etkiye de sahiptir. Bu yüzden yenileşme dönemi Türk şiirinde, saf şiir anlayışının en önde gelen isimlerinden birisi olmuş ve özellikle 1970 sonrası Türk şiirinin estetik kaygılı bir bağlamda kendisiyle yüzleşmesine zemin hazırlamıştır.
ŞAFAKTA
Dönsek mi bu aşkın şafağından
Gitsek mi ekaalîm-i leyâle?
Bizden daha evvel erişenler
Ağlar bugün evvelki hayale.
Dönmek mi? Ne mümkün geri dönmek
Düştüyse gönüller bu melâle?
Bir eldir ufuklardan uzanmış
Zulmet bizi çekmekte visale…
Ahmet Haşim
Yahya Kemal ve Ahmet Haşim’in Ardından Gelen Saf Şiir Arayışları
Gerek Rahip Brémond ve Valéry gibi sembolistlerin saf şiir hakkında söyleyip yazdıkları, gerek Bergson felsefesinden etkilenen Dergâh mecmuası tecrübesiyle birlikte Yahya Kemal, Haşim ve hayranlarının şiir anlayışları; cumhuriyetin ilerleyen yıllarında geniş bir saf şiir temayülü meydana getirmiştir.
1930 sonrası Türk şiirinde pek çok şair yeni arayışlara girmiştir. Bu dönemde ortaya çıkan akımların hepsi şiirlerinde sosyal-siyasi durumlardan(kimi çok, kimi az) bahsetmiştir. Yalnız bir grup şair şiirlerinde hiçbir ideolojiye ve edebî ekole bağlı kalmamış, bireysel olarak her türlü sanat dışı söylemden arınık “saf şiir”i aramışlardır.
Şiirlerinde Valery’nin dili her şeyin üstünde tutan görüşünden ve divan edebiyatı şiirinin biçiminden derin izler görünür. Amaçları güzel şiir yazmak olan bu şairler, bu amaçla kendilerine özgü bir imge evreni kurarlar. Bu özgün imge yapısı kelimelerin anlam alanını genişleterek dile yeni imkânlar kazandırır. Sözlerin kavram alanının geliştirilmesi söyleyişi kolaylaştırır ve arıklaştırır. Şiiri soylu bir sanat olarak gören bu şairler bireyden hareketle evrenseli yakalamaya çalışırlar. Bu görüşü savunanlarda estetik tavır ön planda gelir. Onlara göre didaktik şiir anlayışının şiirle bir ilgisi yoktur.
Ahmet Hamdi Tanpınar (1901-1962)
“Bursa’da Zaman” şiiri ile geniş bir okuyucu kitlesi tarafından tanınmış bir şairdir. Her ne kadar günümüzde daha çok romanları ilgi çekse de kendisi bu durumu “Şiirim esastır. Fakat romanım şöhretimi ve şahsiyetimi tesis edecektir.” diyerek açıklar. Hocası olan Yahya Kemal onun şiir zevkinin, millet ve tarih hakkında görüşlerinin oluşmasında önemli rol oynar. Yahya Kemal’den şiirdeki musikiyi, Haşim’den şiirdeki resmi öğrenir. Ayrıca Fransız şiiri ve felsefesi Tanpınar’ın zengin kültür birikimini oluşturan unsurlardan biri olur. Zaman, ruh ve aşk kavramlarının zengin imajlarla işlendiği şiirlerini yazmakta son derece titiz davrandığı gibi, onları kitap hâline getirmekte de çok gecikir.
Onun şiiri, görünenin ötesindeki görünmeyen evrene doğru sürekli bir atılım halindedir. Hayat karşısındaki pasif tutumu, sevdiği kelime ile “eşikte” oluşu, Tanpınar’da rüya ve hayal ile gerçeğin karışmasına yol açar. O, hareket isteyen gerçek karşısında rüya, masal ve hayale sığınır. Ancak eşikten öteye geçemez. Şiir estetiğini “bediî ve saf alâka” uyandırma anlayışı üzerine kurmuştur. Özlediği dünyayı, maddi olarak kurmanın imkânsızlığını bildiği için sürekli olarak eşiğin ikilemini yaşar. Tek kaçış yolunu sanata sığınmakta bulur. Varlığın sırlarını sembollerle anlatır.
Hocası Yahya Kemal gibi her kelime üzerinde ayrı ayrı düşünerek seçim yapar. Şiirde ciddi anlamda üslupçu olan Tanpınar’ın estetiğinde “mükemmeliyete ermek” düşüncesi, önemli bir yer kaplar. Bu yüzden nitelikçe yüksek, ancak sayıca az ürün verir. “Gayesi, yalnız kendisi olan” şiiri yazma yolunda, karanlığın kol gezmediği aydınlık bir şiir yazmaya çalışır.
BÜTÜN YAZ
Ne güzel geçti bütün yaz,
Geceler küçük bahçede…
Sen zambaklar kadar beyaz
Ve ürkek bir düşüncede,
Sanki mehtaplı gecede,
Hülyan, eşiği aşılmaz
Bir saray olmuştu bize;
Hapsolmuş gibiydim bense,
Bir çözülmez bilmecede.
Ne güzel geçti bütün yaz,
Geceler küçük bahçede.
Ahmet Hamdi Tanpınar
Asaf Halet Çelebi (1907-1958)
Bu kuşağın temsilcilerinden biri de ilhamını Asya, tasavvuf ve dinler tarihinin ünlü kişilerinden, eski Doğu medeniyet ve masallarından alan Asaf Halet Çelebi(1907-1958)’dir. Şiir cereyanlarını reddeden şair, “saf şiir parçalanmayan bir tek kelime hâlinde olunca ona ne bir şey ilave edebilmeye ne de ondan bir şey eksiltmeye imkân kalır” diyerek şiirin bütünlüğüne dikkat çeker.
Şiirin esrarlı iç âlemlerden çıkarılacağına inanan şair 1939 yılından itibaren yayımladığı ve kapalı ifadeli, devrin şiir okuyucusunu yadırgatan yeni şiirleriyle edebiyat çevrelerinin dikkatini çeker. Asaf Halet’in şiirlerinde semboller ve anlamı bilinmeyen kelimeler kullanması, âdeta zaman ve mekândan soyutlanan “insan”ın müphem dualarını andırır. Şiirlerinde görünenin ardındaki görünmeyeni hissettirme amacı taşır. Onda mistik duyuş çok çarpıcı olarak görülür. 1940’tan sonraki Türk şiirine daha çok ses yankılanmaları yoluyla, İslam tasavvufu ile eski Doğu din ve kültürlerinden aldığı yeni tem ve motiflerle şiire değişik bir söyleyiş getirir. Bütün bir insanlık tarihinden izler taşıyan ve tadına varmak için ilgili tüm kültürlerden haberdar olmayı gerektiren şiirler yazar.
İlk dönem eserlerinin ardından, şiirlerinde dinlerden, ideolojilerden, toplumsal olaylardan çok Anadolu-İran-Hindistan çizgisi üzerinde uzanan bir yaşamın görünümlerini sesler aracılığıyla dile getiren şair, şiirin tıpkı hayatta olduğu gibi soyut araçlarla soyut bir dünya yarattığına inanır. Kendisinden sonra gelen nesli soyut şiir anlayışının Türk Edebiyatı‘ndaki ilk tanımlarını yaparak etkiler.
Bütün şiirlerini topladığı ve daha önceki kitaplarında yer almayan sekiz şiiri içeren Om Mani Padme Hum (1953), 1953’te yayımlanır. Yeditepe (1950), İstanbul (1954-1956) ve Türk sanatı (1958) dergilerinde şiirlerini yayımlamayı sürdüren Asaf Halet, İstanbul dergisinde yayımladığı Benim Gözümle Şiir Davası (Temmuz-Aralık 1954) adlı altı makalede poetikasını açıklar. Ses, imge, anlam ve düşünce olarak kültürlerarası ve metinlerarası bir nitelik taşıyan şiirleriyle Asaf Hâlet, Türk şiirinde “modern-gelenekçi” tavrın temsilcisi olur.
MARİYYA
Lizbonlu Maria Barbas’a
lizboa
boa
simsiyah saçlı kadın
mariyya
bir masal söyle bana
kan nasıl çıkmadı taştan
o ölen kimdi
mariyya
öleni bilmem
buna şarkı derler
lizboa
ben bir şarkıyım
atlas denizlerinden geldim
önümde dalgalar vardı
arkamda dalgalar
dalgalar bitince
ben de biterim
Asaf Halet Çelebi
Cahit Sıtkı Tarancı(1910-1956)
Diyarbakır’da başladığı ilk eğitimin ardından aile geleneğinden ötürü Kadıköy Fransız Saint Joseph Lisesine gönderilir. 1931 yılında Galatasaray Lisesine geçer. Ömür boyu yakın dostu olacak Ziya Osman ile 1928-1929 yılında burada tanışır. Şiir yazmaya lise yıllarında başlar. İlk şiirleri Galatasaray Lisesinin “Akademi” isimli dergisinde ve Servet-i Fünun dergisinde yayımlanır. Fransızcayı çok iyi öğrenerek Baudelaire, Rimbaud, Mallarme‘ı özümser. Özellikle Baudelaire’in onun şiirinde önemli bir yeri vardır. Şiirini Baudelaire’den önce ve Baudelaire’den sonra olmak üzere ikiye ayırması, bu etkilenmenin önemini gösterir.
Kendinden önceki ve sonraki bütün tesirlere açıktır. Kendini Türkçenin en güzel şiirlerini yazarak geleceğin okuyucusunu memnun etmekle görevli sayar. Yahya Kemal gibi Cahit Sıtkı da şiire sımsıkı bağlıdır ve dilin, duygunun şiire yansımasına, herhangi bir siyasi angajmana girmeden, Türkçenin duru ve temiz ırmağında devrinin kendi oluş sorunsalına iddiasız biçimde tanıklık etmeye çalışır. Ona göre kendi oluşun ilk biçimi ölüme karşı bir tavır geliştirmektir. Bu yüzden şiirlerinde kuvvetli bir yaşama sevgisi hissedilir. Tarancı şiiri kelimelerle güzel şekiller kurma sanatı olarak görür. Vezin ve kafiyeden kopmaz ama ölçülü veya serbest, her türlü şiirin güzel olabileceği inancını taşır. Hece ölçüsünü geleneksel durakla bağlamadan, şiirinin yapısına uyum sağlayan bir serbestlikle kullanır. Açık ve sade bir üslubu vardır. O, çarpıcı olmak için dili anlaşılmaz kılmaya itibar etmez. Onun esas gayesi, tabiîlikle orijinali yakalamaktır. Kelimeler onun dünyasına anlamdan çok ses değerleriyle girerler. Bu yüzden şiirlerinde nağmeye dönüşen kelime ve mısra anlayışı hâkimdir. Serbest şiirlerinde bile akustik dengelerin titizlikle gözetildiği dikkati çeker.
Cahit Sıtkı, büyük sorunların veya sosyal meselelerin şairi değildir. O, küçük insanın günlük acılarını ve ümitlerini şiir aracılığıyla dile getirir. Aşk ve kadınla yaşanılan dünyaya bağlanan şair, sonsuza dek “yaşam lambasının sönmemesini” diler.
PORTRE
Seveceğin hatun kişi
Saçı siyah gözü siyah
İllâ ki
esmer olacak
Dişi öylesine dişi
Âşık kolum akşam sabah
Belinde
kemer olacak
Edâsı edâ nâzı nâz
Yolda yordamda bitirmiş
Bir güzel
bizden olacak
Bir ömür boyunca kış yaz
Doymıyacağım tek yemiş
Sağ yanakta
ben olacak
Cahit Sıtkı Tarancı
Fazıl Hüsnü Dağlarca (1914-2008)
Saf şiir anlayışıyla şiirler yazan bir başka şair de Türk edebiyatının en üretken isimlerinden olan Fazıl Hüsnü Dağlarca(1914-2008)’dır. O, gerçek bir şair muhayyilesiyle doğmuştur. Mısraları şiirseverlerin hafızalarında özdeyişler gibi yaşar. Dağlarca çok uzun soluklu bir edebiyat ömrü yaşamasına rağmen sürekli yeni kalmayı başarmış, kendinden başka kimseye benzememiştir.
Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın şiirlerinde insanlığın en eski evrensel sembolleri olan arketipler, şiir aracılığıyla kendilerini ifade etme imkânı bulur. Şiirinde mağara devri adamlarından modern çağın insanına kadar, kişioğlunun iç ve dış dünyasını, yurt ve dünya insanını, çok yönlü davranış ve çalışmalarıyla işlediği, soyut somut durumlar üzerinde derinleştiği, bunları yaparken de arada söyleyiş sağlamlığını ihmal etse bile, kendine vergi hayaller, benzetmeler, semboller hazinesinden kuvvet aldığı görülür. Zengin temaların değişik dil malzemesiyle işlendiği bu şiirler zamanla ülke dışına, dünyaya açılır.
Şiirlerini bu derece etkili kılan şey, şiir sanatının kendine özgü ritmik dizilimi ve şairin söylem gücüdür. Kelimenin şiirin dünyasındaki ayırt edici rolüne inanan Fazıl Hüsnü, bir şair olarak döneminin sanat hayatında merkez olabilecek kudrettedir.
SÖYLE SEVDA İÇİNDE TÜRKÜMÜZÜ
Söyle sevda içinde türkümüzü
Aç bembeyaz bir yelken
Neden herkes güzel olmaz
Yaşamak bu kadar güzelken?
İnsan dallarda, bulutlarda bir,
Aynı mavilikten gelmiştir.
İnsan nasıl ölebilir?
Yaşamak bu kadar güzelken?
Fazıl Hüsnü Dağlarca
Ahmet Muhip Dıranas(1901-1980)
Şiir sevgisini lisedeki edebiyat öğretmenleri Faruk Nafiz Çamlıbel ve Ahmet Hamdi Tanpınar’dan alır. Hece ölçüsünü büyük bir başarıyla uyguladığı şiirlerinde Fransız edebiyatından, özellikle Baudelaire‘in yanı sıra Verlaine ve Rimbaud‘tan etkilenir. Lirik şiiriyle tanınır. Özellikle Fahriye Abla şiiriyle akıllara kazınan şair, az sayıdaki şiirlerini Şiirler adıyla kitaplaştırmıştır.
Şiirlerinde sınırsız bir insan sevgisi görülür. Şair, modernizmle birlikte tükenmeye yüz tutan sevgi, dostluk, merhamet vb. duygularını şiirinin estetik yükünü hafifletmeden insanlığın yüreğine damıtmaya çalışır. Şiirlerinde kuvvetli tabiat sevgisi ve aşk duygusu işleyerek bir boşluğu doldurmak ister. Kurduğu sağlam şiir diline ek olarak vezin ve kafiyeyi etkili kullanması şiirlerinin güzelliğindeki en önemli etmenlerdir.
SERENAD
Yeşil pencerenden bir gül at bana,
Işıklarla dolsun kalbimin içi.
Geldim işte mevsim gibi kapına.
Gözlerimde bulut, saçımda çiğ.
Açılan bir gülsün sen yaprak yaprak
Ben aşkımla bahar getirdim sana.
Tozlu yollarından geçtiğim uzak
İklimlerden şarkılar getirdim sana.
Şeffaf damlalarla titreyen, ağır
Goncanın altında bükülmüş her sâk;
Seninçin yasemin, karanfil, zambak…
Bir kuş sesi gelir dudaklarından;
Gözlerin gönlümde açan nergisler,
Düşen bir öpüştür yanaklarından
Mor akasyalarla ürperen seher.
Penceren bir gül attığın zaman
Işıklarla dolacak kalbimin içi.
Geçiyorum mevsim gibi kapından
Gözlerimde bulut, saçımda çiğ.
Ahmet Muhip Dıranas
Behçet Necatigil(1916-1979)
Hakkında en çok değerlendirme yapılan şairlerdendir. Kendini sürekli yenileyen Behçet Necatigil’in şiir dünyasını kitaplarının adları bir bakıma özetlemektedir. O da bir çevrenin, evin şiirini yazar, dışarıdan kaçar. Ev bir sığınaktır. Necatigil de şiir anlayışını ortaya koyarken evi sevdiğini ve evin önemini Ziya Osman’ın şiirlerinden öğrendiğini açıklar.
Necatigil ilk şiirlerinde Garip etkisinde kalır ve halk şiirinden bol bol yararlanır. Bunların çoğu ilk bakışta görülecek kadar açıktır. Daha sonraları divan şiirinden de bolca yararlanır. Divan şiirinin oyunlarını, özellikle tevriyeyi, kelimelerin çağrışım imkânlarını arttıran bir vasıta olarak kullanır. Bu tutum Necatigil’i kapalı ve zihnî bir şiire yöneltir. Çekingen ve içe kapalı mizacının geçen yıllarda olgunlaşması onu zamanla bu zihnîliğe götürür. Aldığı eklerle mânâ değiştiren kelimelerden de sıkça yararlanır. Yalnız Necatigil’in divan şairlerinden ayrılan tarafı şudur: Divan şairlerinin çok kapalı görünen mazmun sistemleri bir şifre gibidir ve bu şifre, anahtarına sahip olan kişinin elinde kolayca açık seçikliğe kavuşur. Hâlbuki Necatigil’de böyle değildir. O, kendi şiirini “çokgen bir şiir” olarak tanımlamıştır.
Necatigil şiir ile çevre arasında sıkı bir münasebet olduğuna inanır. Bundan dolayı o eski şiirlerden, eski şiir geleneklerinden yararlanırken, onlardan aldıklarını yeni dünyanın potasında eritir. Onun şiiri gelişimini iki aşamada sürdürür: Önceleri büyük kentte orta tabaka insanının boğuntulu yaşamasını, aile dertleriyle, geçim sıkıntılarıyla kahırlanan tedirgin bezginliğini kendine özgü bir sözlük ve titiz bir işçiliğe dayanan söyleyişle dile getiriyordu. Dış dünyanın belirlediği bir iç duyarlığın sözcüklerle somutlaşmasıydı bu. Sonraları geleneğe yönelik biçim araştırmalarıyla soyutlamalara girdiği, anlatımcı şiirden uzaklaşmak istediği görülür.
GİZLİ SEVDA
Hani bir sevgilin vardı,
Yedi sekiz sene önce.
Dün yolda rastladım,
Sevindi beni görünce.
Sokakta ayaküstü
Konuştuk ordan burdan.
Evlenmiş çocukları olmuş,
Bir kız, bir oğlan.
Seni sordu.
Hiç değişmedi, dedim,
Bildiğin gibi…
Anlıyordu.
Mesutmuş, kocasını seviyormuş,
Kendilerininmiş evleri.
Bir suçlu gibi ezik,
Sana selam söyledi.
Behçet Necatigil
Özdemir Asaf(1923-1981)
Asıl adı Halit Özdemir Arun olan, sanatçının hiçbir ideolojinin ve –izm’in sözcülüğünü üstlenmemesi gerektiğine inanan Özdemir Asaf(1923-1981) saf şiir arayışında olan şairlerdendir. İlk yazısını Servet-i Fünun/Uyanış dergisinde yayımlar. 1951 yılında Sanat Basımevi‘ni kurar ve kitaplarını Yuvarlak Masa Yayınları adı altında yayımlar. Şaşırtma ve ironi ile bireyin parçalanmayan, ötelenemeyen yalnızlığını şiirlerinde ana izlek olarak işler. Cümle yapısını ve özellikle kelimelere gelen ekleri bozarak kendine özgü bir şiir üslubu geliştirir.
EGO
Son kadeh içilmiş,
Son söz edilmişti.
Bir düşünce sardı hepsini..
Bir hatıra,
Bir hırs,
Bir kıskançlık,
Bir yanıltı,
Bir kardeşlik,
Bir yanlışlık,
Bir kin,
Bir ümid,
Bir şey..
İnsana ait.
Özdemir Asaf